suriyeli sığınmacılar

  • 3,5 aylık gebeyim ve geçen hafta özel hastanedeki kadın doğumcuya cebimden 65 tl fark vererek muayene oldum. bir ay sonra detaylı ultrason çektirmemi istedi doktor ve yine başka özel bir yerin telefonunu verdi. aradık 450 tl istediler, yuh dedim noluyor başka birkaç yeri daha araştırdım en ucuz 270 tl fiyat aldım. madem sgk'lıyım devlet hastanesine gideyim dedim ki daha önceden iki kere gidip binpişman olduğum halde. hastane anababa günü ne yana dönsem suriyeli. sıramı beklerken içeriden suriyeli bir kadın çıktı hamile.
    1 ve 1,5 ay sonrasına bile detaylı ultrason için yer olmadığını söyledi doktor hanım, özele gitmemi önerdiler ve çıktım. yine hemşire bir suriyeliye şu soruyu soruyordu o sırada: sen daha geçen sene hamile değil miydin? kadın da gülümseyerek yarı utanarak başıyla onayladı; 2 aylık hamileymiş.

    12 yıldır bu devlete vergimi ödüyorum ama ultrasonu, muayeneyi özelde yaptırmak zorunda kalıyorum yoğunluktan dolayı. hayatımda ilkkez hamileyim ve devletin hizmetinden yararlanamıyorum. tepe tepe yararlanıyor suriyeli bacılarım.

    hakkım onlara değil onları buraya getirenlere haram olsun.

  • ülkedeki sayıları o kadar arttı ki suriye'de kalanları geçti nüfusları. şimdi tayyip erdoğan çıkıp "tanımıyorum cenevre sözleşmesini! sikerim mültecisini de savaşını da" dese ve bunları suriye'ye zorla geri gönderse yemin ederim iç savaş son bulur.

    suriye'deki küçük gruplar meydanı geniş buldular kendi aralarında counter strike oynuyorlar. bunlar geri dönse bunları öldür öldür bitmez. bence suriye'ye barış gelir.

    "ama onlar insan tamam mı?" diyecekler için söyleyeyim. az önce oğlumun geçmek bilmeyen kulak ağrısı için acildeydim. 10 hastanın yarısı suriyeli. kadınların hepsinin karnı burnunda ve etraf arap çocuk bahçesi gibi. 1 saat sıra bekledik acilde! acil serviste!

    bu ülkenin imkanları bana yetmiyor kardeşim! adamın boğazını ben doyuruyorum, hastalanınca ben tedavi ettiriyorum, ilacını cebinden alıyorum vergilerimle.. sikerim mültecisini sığınmacısını!

  • (bkz: sultanahmet'teki canlı bombanın suriyeli çıkması)

    daha dün ankara katliamındaki 2. canlı bombanın da suriyeli olduğu ortaya çıkmıştı.http://www.ntv.com.tr/…-oldu,om9gabrnp0cftyo40xponw

    akıl almaz maddi yükleri ve verdikleri bin bir türlü manevi rahatsızlık yetmiyor birde canlı bomba olup memlekete ölüm saçıyorlar artık

    malum orospu çocuklarının ülkeye attıkları onca kazıktan en büyük ve beteri bu piçlerdir.. her geçen gün daha kötüye gidecek bu piç kurularıın ülkeye yapacakları ve verecekleri zarar.

  • eniştenin dükkanındayım geçen gün. bunlardan bir tanesi geldi, yanında iki çocuk, kucağında da üç aylık bebek, dileniyor. türkçesi de var. halep'ten gelmiş, savaştan kaçmış, falan filan. zerre sikimde değil. genç adam, taşı sıksa suyunu çıkarır. söylediğine göre 6 aydır buradaymış ve kucağındaki çocuk da üç aylık. yani savaştan kaçıp, sokakta yatıp kalktığı ülkede sikişip, bir çocuk daha yapmış. neyse efendim, devam edeyim. ayağında bir terlik, başında ise takke. eniştem ağır akp seçmenidir. ben bunlara yardım edeceğim, mağazaya götüreyim, üstlerine birşeyler alayım dedi. istiyorsan sen de yardım et dedi. beni siksen bu korkak bedevilere yardım etmem, zaten senin oy verdiğin parti getirdi dedim, git sen yardım et. seviyorum lan enişteyi, tutarlı adam. aldı bunları bir mağazaya soktu, sonra dükkana geldi. adama bir bot ve pantolon almış. çocuklara da ayakkabı ve giyecek birşeyler almış, sonra bir de çıkarıp para verdi. tabi o sırada komşu esnaf da bunları izliyor, bunlar da gidip birşeyler aldı suriyelilere. sonra bunlar çekip, gittiler. aradan bir saat geçti, komşu esnaflardan birisi dükkana geldi, az önce tepeden tırnağa giydirdiğimiz suriyeli, ayakkabılarını çıkarıp, tekrar terliklerini giymiş ve caminin önünde dileniyor dedi. üstelik çocukları da çıkarmış yeni alınan ayakkabıları ve tekrar terliklerini giymişler. belki inanmayız diye de bunların fotoğraflarını çekmiş telefonla. lan baktım hakikaten herifler yine terlikli bu soğukta. ayakkabıları da poşetlere koymuşlar. e tabi ben bir kahkaha attım. gördünüz mü dedim, bu herifler böyle. eniştem sinirlendi, ben gidip, bulacağım o adamı filan moduna girdi. ya dur dedim, senin din ve mezhep kardeşin bunlar, birşey olmaz. hahahaha. neyse efendim, bunlar hep böyle, daha bir sürü gördüğüm şey var bu suriyelilere dair ve o yüzden bu adamlardan midem bulanıyor. bunların bir de türkiye'deki sosyal yaşantıyı, insanların kılık kıyafetini eleştiren kesimi var. o hikayeleri de sözlükteki hataylı arkadaşlar anlatsın, zira ben görmedim, sadece duydum birçok kişiden.

  • bu güne kadar türkiyeden siktir olup gitmek başlığına onlarca entry girmiş, girdiği her ortamda "kaçıcam gidicem amk" geyiği yapmış 3 samimi arkadaş olarak; krizi fırsata çevirmeye karar verdik ve an itibariyle edirnedeyiz.
    onlardan hiç bir farkımız yok. kimliklerimiz yanımızda değil. türkçe konuşmuyoruz. sağa sola saldırmayı ve hırsızlık yapmayı henüz öğrenemedik ama dışardan bakan birine göre hepimiz suriyeliyiz.
    benim ismim kapıkule'den çıkana kadar recep mesela. arkadaşlarım ahmet ve davutla birlikte, o anı bekliyoruz. ve o kapı açılacak.
    üstelik bizim kaçtıklarımız ışidden daha vahşi, bizim ülkemiz suriye'den daha tehlikeli, ve bizim bıktığımız esad'dan daha uzun.
    bekle bizi avrupa.

  • başlıkta humanist sevgi pıtırcıklarını iyi gözlemleyin bakın: insanların öneminden, insanların ölmemesi gerektiğinden bahsediyorlar. bu humanistlere göre ortadoğuluları yerleştirmek için kesilecek hektarlarca orman ve ölecek hayvanlar önemli değildir. (zaten adından belli humanist - insanların gezegende hayvanlardan daha fazla hakkı olduğunu düşünüyor ) yeter ki tavşan gibi üreyen ortadoğulular daha da fazla üreyebilsin. insan ırkını, özellikle ortadoğu insanını besin zincirinin en tepesine yerleştirmeyi ve başka hiçbir yaşam formuna yaşam hakkı tanımamayı hedef almışlar. ortadoğuluların tecavüz ettiği kızları da kayırmazlar - ekseriyetle ortadoğuluyu kayırıyorlar kendileri de onlardan biri çünkü. humanist ayağı falan hikaye.
    vicdansız pisliğin önde gideni bunlardır.

  • eşimle sınır kapılarına dayanmış sığınmacı haberlerine bakıyoruz.

    her üç aileden birinde bebek var. bildiğin altı yedi aylık bebekler.

    ben işi gücü olan adam aylarca bebek yapsak mı yapsak bakabilecek miyiz eşimle. madden ve manen sorumluluğu taşıyabilir miyiz diye kafa yoruyoruz.

    bu sığınmacılar savaşta kaçmış. türkiye gibi sağlık hariç hiç bir ihtiyaç garantisi vermeden sokağa salan ülkeye gelmişler; sokakta yaşıyorlar. ama hala tavşan gibi çocuk yapıyorlar.

    bak kardeşim eğer eğitimsizlerse diyanet bütçesinden sağlık bakanlığına bütçe aktarılsın bakanlık bunları eğitsin. prezervatif almaya paraları yoktur. bakanlık dağıtsın düzenli olarak.

    bunlar çalışmıyor bol bol dileniyor sonra sıkılıyor. yorgun da olmayınca bol bol çiftleşiyorlar can sıkıntısından çünkü bunlara sevişmekten başka "eğlenme" aracı yok. o zaman bunlara iş alanı kurup yoracaksın. yoksa sabah akşam sevişenlerin elinde savaş görmemiş beş altı aylık bebekler görürüz.

    sonra bunlar şu an para dileyen çocuklarla büyüyüp tüm türkiye'yi ankara'nın eski çinçin mahallesine çevirirler.

  • avrupa sınır kapılarında bekleyenlerinin videolarını izlediğinizde bir şeyi fark ediyorsunuz: bu topluluğun büyük bir bölümü genç ve askerlik çağında, bizim mahalle aralarında dolaşan ona buna laf atan sokak serserilerine benzeyen, salak salak sırıtan ortadoğu serserileri.

    bir an güzelim avrupa'nın içine sıçacaklar diye üzülüyorum sonra diyorum bu tipleri göre göre ülkesine alacak kadar gerizekalı adamlar da her şeyi hak ediyorlar. gerizekalılık cezalandırılmalı!

  • macaristandaki suriyeli mültecilerle birkaç gün geçirdim, izlenimlerimi genel bilgiler eşliğinde fazla sulandırmadan sunayım: grafikli, linkli ve fotoğraflı versiyonu

    bloglara alerjisi olanlar için metin aynen aşağıda:

    1) kim bunlar

    elektronik mühendisi, meslektaşız bir nevi. aynı yaşlarda, aynı boyda, aynı tipteyiz. aynı dili konuşup anlaşıyoruz, aynı model telefonumuzdan aynı komedyenin videolarına bakıyoruz. ikimiz de aynı gün avusturya'ya gideceğiz, aynı şeyleri yiyip içeceğiz... ama benzerliklerimiz burada bitiyor.

    ben günlerdir yaptığım gibi bisiklete atlayıp eve dönerken, o keleti tren istasyonu'nda sahiplendiği köşesine yollanıyor. dönüş yolunda, avusturya'ya bakkala ekmek almaya gider gibi gidebileceğimi düşünüyorum, o ise pasaportu, parası ve bileti olmasına rağmen gidememesini milyonuncu kez düşünüyor. o gün daha bilmiyoruz tabii, beklediği trene hiç binemeyeceğini ama eninde sonunda kalanın ben, gidenin o olacağını.

    ***

    2) röportaj yok

    her gün kahvaltımı ettikten sonra, bir turistik atraksiyona gidermiş gibi bu insanların arasına karışmayı, elimdeki çikolatalar ve havlular karşılığında onların hikayelerini ve vesikalıklarını alıp, sosyal medyada satmayı ve komisyon olarak "fav" almayı istemedim. belki egom yüzünden, yani sahile vurmuş ölü bebek resmi altına beylik yorum yapanlarla aynı kefeye konmayı istemediğimden. belki de duyarlılık sandığım şeyin aslında meraktan ibaret olmasından.

    kendini "yerlileri" kurtarmaya gelen bir "beyaz adam" olarak görmek, yaşanılanların unutulmadan dünya'ya aktarılması misyonunu üstlenmek epey çekici bir tavır. ama işin açıkçası, avrupa'nın ortasında kimsenin bu işler için sıradan aracılara ihtiyacı yok; basın her yerde ve herkesin elinde cep telefonu var. ortamda her saniye çekilen fotoğraf sayısı, o sırada buda kalesini aydınlatan flaşların sayısı kadar. o yüzden kişisel hikayeler ve buruşuk suratlı vesikalıklar bana kalacak, size ise derlenmiş bilgiler ve basındaki fotoğraflar.

    ***

    3) tren istasyonu

    turuncular içindeki bir hare krishna rahibesinin peşine takılıp gittim. rahibelik "programlarının" bir kısmı gönüllülükten oluşuyor, o yüzden her gün mültecilere erzak dağıtıyorlar, daha profesyonel gruplar erzak dağıtmışlarsa da en azından gidip hal hatır soruyorlar. böyle insanlar da varmış.

    garda yaklaşık 2000 mülteci kalıyor. kimisi doktor, kimisi işsiz. bir çoğu ingilizce konuşuyor çat pat. fazlasıyla yemek ve su var, ama yeterince tuvalet ve sessizlik yok. ağlayan bebeler, polise karşı oturma eylemi yapanlar, beklemekten ifadesizleşmiş yüzler...bazıları arada sırada bir hostele gidip kalıp geri dönüyorlar, yani beş parasız değiller. sanırım bu yüzden ortam beklediğim kadar madmaxvari değil ama yine de insanların üstündeki o uygarlık perdesi ara ara kalkar gibi oluyor, altındaki çıplak hayvan biraz hırlıyor, sonra tekrar düzen, kanun, ahlak, bürokrasi, umut, rutin, sıkıntı...

    benim konuştuğum mühendis, günlerdir buradaki şartların iyileşmemesini ve şehir dışındaki kampların yeterli olmamasını, bilinçli bir politika olarak yorumluyor. hem yoldaki mültecilere, hem de batı avrupa'ya bir mesaj: "buraya gelmeyin, gelenleri de batı'ya alın"

    çoğu sırbistan'dan girmiş, bazısı öncesinde türkiye'de yaşamış. sadece bu sene içinde sırbistan'dan 140 bin kayıtlı göçmen girdi macaristan'a, yani schengen bölgesine (schengen içinde sınır kontrolü yok). kaçaklar da cabası. sağcı hükümetin başındaki viktor orban sınıra duvar örmek istiyor bu yüzden. batı avrupalılar bu sağcı popülist mini-diktatöre cık cık yapmasını seviyorlar ama bir yandan da gelenlere schengen kriterlerini uygulamasını istiyorlar.

    en cömert mülteci programına sahip almanya, bu sene 800 bin sığınma başvurusu beklediğini açıkladı (kabul edeceği başvuru rakamı değil bu). yani bir yandan kollarını açmış bekliyor, bir yandan da macaristan'ı masa altından tekmeliyor: "bunları ince eleyip sık dokuyun"

    ve 10 milyon nüfuslu macaristan, bu şartlar altında, günde 2-3 bin yeni girişin kaydı kuyduyla başedemiyor. zaten birçok kişinin belgesi de eksik. pakistanlı, afgan, ıraklı, ne ararsan var, araya kaynamışlar, "pasaportu savaşta kaybettim" deyip bitiveriyorlar sınırda. kim mülteci, kim göçmen, anlamak zor.

    pek kimse macaristan'da kalmaya niyetli değil, çoğunluğun nihai hedefi almanya'ya kapağı atmak ve mülteci başvurusunu orada yapmak. zira o başvuruyu nerede yaparsan, o ülke değerlendiriyor. normalde dublin anlaşmasına göre, ab içinde girilen ilk ülkede bu başvuru yapılmalı ama sınır ülkeleri bunaldığı için bunu uygulamıyorlar, almanya da bu kurala uymadan gelen mültecileri sınırdışı etmeyi bıraktı bir süredi. kanunlar şu anda askıda.

    (almanya 2014'te en çok mülteci kabul eden ülkeydi. başvuruların %41'i kabul edilmiş. isveç ise %76 kabul oranı ve kişi başına en yüksek mülteci oranıyla en açık ülke. buna karşın sınırdaki macaristan sadece %10 kabul oranıyla çok ufak bir rakamı almıştı. haziran 2015 itibariyle, almanya'da sisteme girilmiş ve sonucu beklenen mülteci sığınma başvuruları 306000, fransa'da ise 36000. isveç 1000 vatandaş başına 5.7 mülteci başvurusu almış. )

    ***

    bir grup, turist gibi budapeşte'yi turladıktan sonra çadırlarına döndüklerinde şehrin güzelliğinden bahsediyorlardı. bu konuşmaların sonu hep aynı: "iş yoksa neye yarar". kimse kamplarda boş boş beklemeyi istemiyor.

    tek kıstas ekonomik veya politik nedenler değil. macaristan, slovakya gibi ülkeler kültürel olarak bu müslüman mültecilere sıcak değiller. başbakan "bu sene binlerle uğraşıyoruz, seneye milyonlar olacak ve bunlar bizim kültürümüze uyum sağlayamayacak insanlar" diyor açık açık. ingiltere ve fransa gibi büyük ülkelerin, milyonları bulan müslüman nüfuslarını entegre etmede yaşadıkları sorunlar, ufak ve görece fakir hristiyan ülkelerini iyice korkutuyor ve halkı sağcı popülistlerin kucağına itiyor.

    bu yüzden schengen ülkelerinin yarısı, mültecileri sığınmacı olarak kabul etmelerini zorunlu kılacak minimum kotalara karşılar, bunu bir davetiye olarak görüyorlar. orban 2 gün önce bizzat söyledi: "türkiye güvenli bir ülke, orada kalsınlar, alamayacağımızı bile bile onları davet etmeyelim"

    ***

    4) viyana kuşatması

    avusturya'ya gideceğim gün, o ana kadar izin alamadıkları yahut seferler iptal edildiği için gidemeyen kalabalıktan bir kaç yüz kişi, bir şekilde sopron trenine binerek avusturya sınırına doğru hareket etti.

    çoğu erkekti. gerçi türkiye'nin de hemen her yerinde sokaktaki insanların %130'u erkek, niye şaşırıyorum? zaten bunların çoğu düne kadar suriye'de olan taze mülteciler değiller, canlarını kurtaralı epey olmuş, aileler bir yerde kalmış, o kadar yol tepip batıdaki "cennetten" arsa kapmaya genç erkekler gidiyor. bir tanesiyle şakalaşıyoruz:

    -"ailenden biri gidip oralarda tutunacaksa kimin şansı daha yüksek: güçlü ve genç bir erkek mi, acınacak yaşlı bir kadın mı, herkesin vicdanını sızlatacak bir çocuk mu?"

    -"sarışın ve beyaz tenli hangisiyse o"

    kimse trene binebildiği için kutlama yapmıyor, millet tedirgin. nitekim yola çıktıktan yarım saat sonra polis treni durdurdu ve herkesi indirdi. mültecileri ayırıp yakındaki bir kampa götürmek istediler. belli ki bunu önceden planlamışlardı. sonuçta 56 olaylarında toplama kampı gibi kullanılan bir yere götürmek üzere, tren garından insanları zorla toplamak iyi bir halkla ilişkiler hamlesi olmazdı. oysa burası kameralardan 30 km uzakta. kimisi bunu anlayınca kaçmaya başladı, kimi şaşkınlıktan donakaldı, kimi de kendini raylara attı.

    kamplara gitmek istememeleri anlaşılır, zira bazısı gerekli belgelerle kayıt işlemlerini yaptırmıştı ama bekletiliyordu. hem ülkede kalmaları zor, hem kendileri gitmek isteyince de macar polisi izin vermiyor. arafta geçirdikleri her gün, batı avrupa ülkelerindeki "sıralarını" başkalarına kaptırmaları demek.

    şansına pasaportum yanımdaydı, öyle "ekmek almaya gider gibi avusturya'ya gidiyorum" diye atıp tutuyordum ama bir kağıt parçası neleri değiştiriyor. gruptan ayrılıp şehre dönerken otostop çekmenin manasızlığını farkettim. kimse durmuyor. ertesi gün gazeteden okuyacaktım, polisin ceza kesmesinden korkuyorlarmış. abd'nin bazı eyaletlerinde, hapishanelerin yakınlarındaki yollarda işaretler vardır: "hapishane bölgesi, otostopçu almak yasaktır"

    ***

    tren ve araba bulamayınca, ertesi gün insanların sabrı taştı ve 1000 küsur kişilik bir grup avusturya'ya yürümeye başladı. aralarında sopron treninden indirilenler de, o trene hiç binemeyip geride kalmış olanlar da, sonradan öğrendiğim üzere bizim elektronik mühendisi de vardı. sınıra kadar 200 kilometre yol. otoyoldan yürüdükleri için ufak çaplı bir krize neden oldular ve sonunda macar hükümeti düzinelerce otobüs göndererek bu insanları alıp sınıra götürdü, avusturya'ya "alın siz uğraşın" dedi. ab içindeki göçmenlik ve seyahat kuralları fiilen yıkılıyor teker teker ve yeni bir düzenleme için ortak bir zemin yok.

    ilk grup başarılı olunca bugün bu yollardan avusturya'ya 5000 kişi daha geldi, ve en sonunda macar hükümeti otobüs seferlerinin bir kereye mahsus olduğunu açıklamak zorunda kaldı. almanya da salt bu macaristan-avusturya güzergahından yürüyerek gelenler arasından toplam 10 bin kişi beklediklerini, bunlara bakabilecek durumda olduklarını açıkladı.

    bu rakamlar karşısında izlanda hükümeti önümüzdeki 2 sene boyunca kabul edeceği sığınmacı sayısını müthiş bir cömertlikle 50'ye yükseltince (her 1000 kişi başına 0.15 sığınmacı ediyor, türkiye'de bu oran 20-25 arası, yani 100 kat daha fazla), izlanda halkı biraz da olaylara mesafeli oluşlarının verdiği saflıkla ayağa kalktı ve evlerini sığınmacılara açacaklarını duyurdu. tabii bu resmi bir karar değil, bir jest. nitekim dün yapılan bir ankette çoğunluğun (%90) sığınmacı almaktan yana olduğu, ama sadece %15'lik bir kesimin 2000 sığınmacıdan fazlasını kabul edeceği, halkın %70'inin ise 500'den az sığınmacı istediği belli oldu.

    fakat bugünkü haberlere bakınca izlanda 10 milyar dolarlık reklam vermiş kadar prim yapmış, avusturya modern avrupa'nın sınırı olarak gelenleri bağrına basmış, macaristan ise avrupa'nın kötü çocuğu (türkiye de 2 milyona yakın mültecisiyle bu haberlerde dipnot)

    ***

    5) vaadedilmemiş topraklar: türkiye, ürdün, lübnan

    balkanları tamamen değiştiren 93 harbi'nden sonra, türkiye topraklarına bir anda yüzbinlerce mülteci akın etmiş, büyük bir kriz yaşanmıştı. bu osmanlı'nın kaybettiği ilk savaş değildi ama türkçe konuşan müslüman toplulukların anadolu'ya dalga dalga dönüşleri, imparatorluğun ulus-devlete dönüşmesindeki önemli bir adımdı.

    oransal olarak buna denk olmasa da, türkiye tarihinin sayılı göçlerinden birini yaşıyor. keleti tren istasyonunda tanıştıklarımdan bir tanesi türkiye'de ucuza kaçak çalışırken (bir bakıma sömürülüp, bir bakıma da bir türk'ün işini çalarken) çocuğu bile olmuş. kazara değil, isteyerek. belki de türkiye'deki 2 milyonuncu suriyeli oldu o çocuk. ben kendi ülkemde, yasal işimde gücümdeyken kırk kere düşünürüm çocuk işini, adamdaki rahatlığa şaşakaldım. ama aynı rahatlık, bu kalifiye adamın, kendinden belki üç gömlek aşağıdaki vasıfsız işvereninden yediği küfürlere aldırmamasını da sağlamış.

    suriye'de yaşananlar, şu anda dünya'daki en büyük mülteci krizi. rakamlar bir noktadan sonra insana bir şey ifade etmiyor ama gidip 2000 kişinin, 5000 kişinin halini gördükten sonra insan anlıyor milyonların ne demek olduğunu. suriye'de öldürülen 220 bin kişinin üstüne (yarısının sivil olduğu tahmin ediliyor), evlerinden sürülmüş ve kendi ülkelerinde mülteci konumuna düşmüş suriyeli sayısı tam 7.6 milyon. suriye dışında da, çoğu komşu ülkelerde olan 4 milyondan fazla mülteci kayıtlı, yani 23 milyonluk nüfusun yarısı mülteci. rwanda soykırımından beri böyle bir göç yaşanmadı.

    krizin büyüklüğü kadar, büyüme hızı da korkunç. 2013 yılı içinde mülteci sayısı 5-6 kat arttı. trende gözüme daha ziyade yetişkin erkeklerin çokluğu çarpmıştı, ve türkiye'de de sıkça "bu adamlar kaçacaklarına ülkelerinde kalıp ışid gibilerine karşı savaşsalardı ya" yorumunu duyuyordum (sanki bu kriz ışid'le başlamış gibi), halbuki gerçekte mültecilerin yarısından fazlası 18 yaş altı çocuklar. konuştuğum bir tanesi 3 senedir okula gitmemişti, artık onun hayattan beklentisi büyük ihtimalle, vasıfsız bir işçi olarak çalışmaktan ibaret olacak, o da şanslıysa.

    bu milyonların çoğu kamplarda kalmıyor. ürdün'deki 150 bin kişilik zaatari kampı bir istisna örneğin. en fazla mülteciyi barındıran türkiye'de çoğunluk şehirlerde. bunların arasında tahminen 100 binden fazla afgan ve ıraklı da var, sığınmacı olarak gelen. lübnan'da her 5 kişiden biri mülteci. türkiye'de 15 milyon suriyeli olduğunu düşünün (ya da düşünmeyin...sonra "hayaldi, gerçek oldu" diye afiş basar bizimkiler)

    ***

    dünya'nın çoğunluğu gibi türkiyenin de, evrensel insan hakları sözleşmesi üstüne bina edilen, 1951 birleşmiş mlletler mülteci anlaşması altında imzası var, yani yardımla yükümlü. bu ve benzeri yardımların (özellikle ürdün ve lübnan'a binen aşırı yükün) finansmanı için bm, 2015 yılı için toplam 7 milyar dolara ihtiyacı olduğunu duyurmuştu. bunun 4.3 milyar doları suriye dışındaki mülteciler, kalanı suriye'dekiler için. haziran 2015'te (yılın ortasında yani) bu 4.3 milyar dolarlık ihtiyacın sadece 1 milyar doları (%23) karşılanmıştı. daha kötüsü, bundan önce suriyeli mülteciler için bm'nin 6 ayrı seferde istediği toplam 6 milyar doların da sadece yarısı karşılanmıştı.

    kıyas için, bm'nin 2015'te tüm dünya için gerekli gördüğü acil insani yardım 16.4 milyar dolar. toplam dünya ekonomisi? 75 trilyon dolar (2013). yani global acil yardım gereksiniminin 4600 katı. bence 4600 altın sikkeden 1 tanesini "kaybetsek" de kalan ihtiyaçlarımız karşılanır.

    peki bu paraları kim ödemiyor? mültecileri kim kabul etmiyor?

    ***

    6) arap yağı bol bulunca

    dünya'daki insanı yardım ve zenginlik dengesizliğinin tek sorumlusu körfez ülkeleri değil elbette ama özellikle suriye konusunda herkesten fazla suçlanmayı hakediyorlar.

    tahmin ettiğiniz gibi bahsettiğim 1951 mülteci anlaşmasını imzalamadıkları için uluslararası bir "yükümlülükleri" yok, binlerce kilometre öteden sığınmacı alan isveç'in, kanada'nın, abd'nin aksine, yahut yüzbinlerce sığınmacı alan türkiye, almanya'nın aksine. ama yine yüzbinlerce sığınmacıya ev sahipliği yapan ırak, lübnan, ürdün de bu anlaşmaya taraf değiller, yani bu bir engel değil fiziki yardıma.

    peki körfez ülkeleri kendilerini nasıl savunuyorlar?

    bunların içinde en düzgünü olan kuveyt, yaklaşık 120 bin kişilik suriyeli nüfusunun vizelerini uzattı. yani vizeleri bitti diye savaş içindeki ülkelerine dönmek zorunda değiller. bunun üstüne, mülteciler için para yardımı yapıyorlar. mesela bae, ürdün'deki bir kampı toptan finanse ediyor, katar ve suudiler bm aracılığıyla türkiye'deki kampların masraflarını kısmen karşılıyorlar.

    ***

    en nihayetinde şu gerçekleri es geçmek mümkün değil:

    -6 zengin arap körfezi ülkesinin davet ettikleri toplam sığınmacı sayısı 0.

    -6 zengin arap körfezi ülkesinin yaptıkları yardımın toplamı, bir abd etmiyor. hiç biri 4500 km öteden sığınmacı alıp, üstüne para veren ingiltere'den fazla para vermiyor. bölgenin yıldızı dubai, havaalanı projesine 32 milyar dolar ayırırken (gariban 3. dünya ülkesi işçilerini kullanarak tabii), dubai'yi de içeren bae'nin toplam yardımı, olayla politik ve coğrafi olarak alakasız olan kanada'nınkiyle eşit.

    -6 zengin arap körfezi ülkesi aslen ne kadar zengin? toplam askeri harcamaları 100 milyar doların üstünde. yani sadece askeri bütçelerinin %7'siyle, bm'nin bütün suriyeli mülteci programını finanse edebilirler. katar'ın nominal gsmh'si adambaşı 100 bin doların üstünde, buna yakın bir ülke yok dünya'da.

    -özellikle katar ve suudi arabistan, politik olarak suriye'de olanlardan, en az abd, iran ve türkiye kada sorumlu. katar, suriyeli isyancılara giden silahların ve paranın büyük kısmını sağlıyordu ve abd, radikallerin kontrolünü kaçırıp desteğini kestikten sonra (ve hatta aktif olarak onlara karşı davranmaya başladıktan sonra bile) bu desteğe devam etti.

    kişisel zenginlikler, toplam ekonomik büyüklük, politik sorumluluk, coğrafi yakınlık ve kültürel-dini bağlar gibi kıstasların toplamı düşünüldüğünde, körfez ülkelerinin mülteci krizini neredeyse tek başlarına çözmelerini beklemek gerekirdi. ama gelgelim türkiye'deki islamcılar için bu olanlar, sadece "batı'nın ikiyüzlülüğü" olarak yorumlanıyor.

    kendi hükümetinin bu kriz sürecindeki ikiyüzlülüğünü görmeyen, hem iran'la, hem rusya'yla, hem de abd ile kafa kafaya gelmemizi sağlayan inanılmaz bir dış politikayı eleştirmeyen, kriz sonrası mülteci politikasının disiplinsizliğine kızmayanlardan daha fazlasını beklemek hata.

    tvit

  • bunları "cici" göstermek için yanıp tutuşanlar var.

    arkadaşım tamam her gün ölüm haberleri geliyor, sefiller, garibanlar. eyvallah. biliyoruz. insanlık dramı söz konusu. muhtaçlar, açlar... peki bu adamlar hadlerini biliyor mu? kesinlikle hayır.

    - metrodayım, havalimanına gidiyorum. 5 çocuklu suriyeli bir aile de metroda. çocuğun biri kapının kenarına işiyor. ses çıkaran yok. ebeveynlerinin umrunda değil.

    - arkadaşımın atölyesi var. kendisi t.c. vatandaşı işçiler çalıştırıyor. kanlı bıçaklı olduğı rakibi az maaş ve sgk derdinden kurtulmanın çaresini suriyeli işçilerde buluyor. ikinci ay sonunda tüm işçiler en yoğun iş dönemindeylen ya zam veya iş bırakıyoruz diyor. zammı kapıyorlar. kabul ediyor. iki hafta sonra bir daha, iki hafta sonra bir daha. en sonunda iş yerini geçici olarak kapatma kararı alıyor. (kalıcı da olabilir)

    - mcdonalds'ın balkon bölümünde çocuklar gördüm. 8-10 yaşlarında. menü almışlar yiyorlar. gülüyorlar, eğleniyorlar filan. dört tane çocuk geldi. bunların masaya çöktüler, direkt yemeye başladılar. bizimkilerin korkudan ten rengi attı. müdahale ettim. kovdum bunları. beş dakika geçmeden abileriyle geldiler. allah'tan türkçe biliyor bir tanesi. durumu anlattım
    . artistlik yapmaya çalıştı. dozer gibi üzerinden geçerim diyip, sesini yükseltme diyip, araya bir kaç küfür sıkıştırdım. dağıldılar. geri vites yapsam, olaylar değişirdi. ilk defa body yapmanın görsel de olsa yararını gördüm.

    daha çok hikayem var. 10 sene sonra bunlar hayatınızı sikecek. şimdi belki evli bile değilsiniz. ama ileride çocuğunuza musallat olacak olanlar bunlar. işinizi elinizden alacak olanlar bunlar. işin kötüsü şimdi bunlar 1 milyon kişiyse 20 yıl sonra 3-4 milyon olacak. sorunlar x3 x4 olacak...